Her dönemde yerlinin de, yabancının da ilgisini çekiyor
NEVŞEHİR(MHA) Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde bulunan Hacıbektaş Veli Türbesi her dönemde olduğu gibi bu dönemde de yerli, yabancı bütün insanların ilgisini çekmeye devam ediyor.
Hacı Bektaş Veli Külliyesi,13.yüzyılda, Türk mutasavvıfı Hacı Bektaş Veli tarafından kurulmuş, eklemeler ve onarımlarla bugünkü şeklini almıştır.1248 yılında Horasanda doğduğu ve 1337 yılında eski adı Sulucakarahöyük olan bugünkü Hacıbektaş’ta hakka yürüdüğü kabul edilen Hacı Bektaş Veli, Hoca Ahmet Yesevi ocağında yetişmiş daha sonra İran, Irak, Arabistan ve Suriye üzerinden Anadolu’ya gelmiş.
Antep, Antakya, Maraş, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat ve Kırşehir’den sonra Sulucakarahöyük ‘e yerleşen Hacı Bektaş Veli, burada hoşgörü, insan sevgisi ve toplumsal eşitliği temel alan felsefesini yaymıştır. Külliye, Orhan Gazi, Murat Hüdavendigar, Yıldırım Bayezid ve II. Abdülmecit dönemlerinde onarılmış.
Mimarlık tarihi yönünden M.13. yy. ve 20.yüzyıllar arasında tamamlanmış olan Hacıbektaş Veli Dergahı, tarihsel süreç, içinde birçok kez restorasyon(onarım) görmüştür. Mimari terminoloji bakımından, külliyeden daha ziyade bir manzume niteliği taşımaktadır. Dergah 30 Kasım 1925 tarihinde T.B.M.M’nin 677 sayılı kanunuyla diğer tekke ve zaviyeler birlikte kapatılmış, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan bir restorasyon projesi dahilinde 1957-1964 yılları arasında onarımı yapılmış ve 16 Ağustos 1964 tarihinde Etnografya Müzesi biçiminde düzenlenerek, ziyarete açılmış.
Kapadokya bölgesinde önemli bir yerleşim yeri olan Hacıbektaş,M.13.yüzyılda Hacı Bektaş Veli’nin varlığıyla gelişen, sürekli eklerle oluşmasının ilginç bir örneğini yansıtır. Müze, plan bakımından birbirine geçmeli ve hafif bir meyil verilerek oluşturulan üç ana bölümden(avlu) oluşmaktadır. Bu biçimde mimari bir bütünlük sağlanmak istenmiş.
Birinci Avlu(Nadar Avlusu): Eskiden Nadar Avlusu da denilen bölüme, güneydeki anıtsal görünümlü çatal kapıdan girilmektedir. Girişin hemen sağında; 1902 yılında Feyzullah Dedebaba zamanında, Sadrazam Halil Paşa’nın eşi Fatma Nuriye Hanım tarafından vakfedilen ve üzerinde Mührü Süleyman motifi bulunan Üçler Çeşmesi yer almaktadır. Külliyeyi çevreleyen duvarlar,1897 yılında Hacı Mehmet Dedebaba zamanında yaptırılmış olup, şimdiki mevcut görünen duvarlar, orijinal temelinin üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yaptırılmıştır. Eskiden bu avlu içinde, günümüze dek ulaşamayan At evi, Mihman evi, Ekmek evi, Hamam ve Çamaşırhane gibi bölümler bulunmaktaydı.
İkinci Avlu(Dergah Avlusu): Dergah Avlusu olarak da bilinen bu bölüme, üçgen alınlıklı ve sivri kemerli Üçler Kapısından girilir. Dergah Avlusunda sırasına göre sağda; Aslanlı Çeşme, Aş Evi Baba Köşkü, Aş Evi, Tekke Camii, ortada; Havuz, solda; Mihman Evi(Konuk Evi),Meydan Evi(Cem Evi),Kiler Evi ve Dedebaba Köşkü gibi bölümler bulunmaktadır.
Üçüncü Avlu(Hazret Avlusu): Hazret Avlusu olarak da bilinen bu bölüme; basık kemerli, Altılar Kapısında girilir. Bu avlu içinde; Atatürk Köşesi, Pir Evi, Balım Sultan Türbesi ve Hazire (Derviş mezarlığı)bulunmaktadır.
Üçler Çeşmesi Ve Mühr-Ü Süleyman Motifi
Üçler Çeşmesi: Çeşme,1902 yılında Feyzullah Dedebaba döneminde, Sadrazam Halil Paşa’nın eşi Fatma Nuriye Hanım tarafından vakfedilmiştir. Çeşmeyi inşa eden usta Nevşehirli Mustafa Vasfi’dir. Anıtsal görünümlü çeşme, düzgün kesme taştan, sivri kemerli ve düz dam alınlıklı olarak inşa edilmiştir. Üç adet pirinç kurnası birbirine paralel olarak sıralanmış olup, yapıda beyaz ve kırmızı taş değişimli(münavebeli) olarak kullanılmıştır. Süs olarak kabara, yıldız ve giyoş motifleri tercih edilmiştir. Düz dam alınlığın ortasında mermerden on iki dilimli Bektaşi tacı(Hüseyni taç) bulunmaktadır. Kemer gözünün üst kısmında orijinal yapım kitabesi, göbeğinde ise, Mühr-ü Süleyman motifi yer almaktadır. Blok mermerin oyulmasından elde edilen yalak bölümü orijinaldir. Çeşme birkaç kez onarım görmüş.
Aslanlı Çeşme: Renkli kesme taşlardan yapılmış olan çeşme, 1554 yılında Silistre (Bulgaristan’da bir şehirdir.) Valisi Malkoç Bali Bey’in yakınları tarafından yaptırılmıştır. Klasik Mısır Çağı stilinde, İskenderiye mermerinden yapılmış olan aslan heykeli ise, Mısır prenseslerinden Kara Fatma Sultan tarafından yaptırılarak 1853 tarihinde Dergaha gönderilmiş ve daha sonra çeşme aslanlı çeşme olarak anılmıştır. Çeşmenin biri aslan motifinin ağzında olmak üzere toplam üç kurnası vardır. Çeşmenin alınlığında, açılmış bir kitap sayfası görünümünde yerleştirilmiş H.1270 tarihli bir kitabe yer almaktadır. Kitabesinden, Çeşmenin; Kerbela’da şehit edilenler anısına yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Meydan Havuzu: Havuz, kitabesinden anlaşıldığına göre; Beyrut Valisi Halil Paşa’nın eşi Zehra Hanım tarafından 1908 yılında yaptırılmıştır. Havuzun alınlık kısmının tepesinde mermerden yapılmış Derviş Tacı “Hüseyin Tacı” bulunmaktadır.
Mihman Evi: Mihman, misafir, konuk anlamına gelmektedir. Mihman Evi ise, Dergahın faal olduğu dönemde, hem konukların ağırlandığı, hem de konukların ağırlanmasından sorumlu (Mihmandar) Mihman Evi Babası’nın yaşadığı ev idi.
Mihman Evi, iki odalı olup, birinci oda dikdörtgen planlı ve tek ocaklıdır. İkinci oda ise giriş kapısının sağında yer almaktadır ve burada da bir ocak bulunmaktadır.
Mihman Evi, Dergaha gelen misafirlerin ilk başvurdukları yerdir. Ziyaretçiler, dergah için getirdikleri yiyecekleri, altın-para gibi kıymetli eşyaları Mihman Evi Babası’na teslim ederdi. Dergâhta misafir edilen konuklar, dergahta sadece üç gün kalabilmekte idi. Misafirlerin, bütün ihtiyaçları karşılanır, kendilerine yemek ve yatacak yer verilirdi. Şayet misafirler, Dergahta üç günden fazla kalmak isterlerse, kendilerinden dergaha hizmet etmeleri beklenir ve dergah işleri, bağ-bahçe, tarla ve onarım işleri verilirdi. Mihman Evi, ayrıca Dergahı çevreleyen “Has Bahçe”nin bütün bakımından ve bahçedeki sebze-meyve yetiştiriciliği işlerinden de sorumlu idi.
Mihman Evi’nin bütün ihtiyaçları Kiler Evi’nden temin edilir ve günlük yiyecekleri de ayrıca Aş Evi’nden verilirdi.
Meydan Evi: Dergah döneminin en önemli bölümlerinden biridir. Kitabesinden anlaşıldığına göre, M.1367 de Ahi soyuna mensup Murat Hüdavendigar (I.Murat döneminde ) tarafından yaptırılmıştır. Burada “Yol”a girme (Bektaşiliğe intisap) törenleri, “İkrar Alma”, “İkrar Verme” ve “Cem Törenleri” yapılmakta idi. Bunun yanı sıra Meydan Evi, toplumsal ve bireysel konuların da ele alındığı ve değerlendirildiği bir yerdi.
Bölüm, Sofa, Meydan Odası(Cem Odası), Meydancı Baba Odası ve Mutfak bölümünden oluşmaktadır. Cem Odasının, rekonstrüksiyon olarak inşa edilen bingi/kırlangıç tekniğindeki tavanı ilgi çekicidir. Baba odası tavanı ise yine aynı teknikte yapılmış olup, orijinaldir. İç bölümlerde, Oniki İmamları temsil eden postlar, Hacı Bektaş Veli ile Balım Sultan portreleri, Bektaşi önderlerine ait resimler, Taht-ı Bektaşi, Dedebaba, Baba ve Dervişlerine ait siyah-beyaz fotoğraflar, mühürler, taçlar, dokuma örnekleri, şamdanlar, kandiller, müzik aletleri, çerağlar, keşküller, kamberiyeler vb. etnografik eserler sergilenmektedir.
Cem Törenleri : Kavram olarak Cem, toplanma, bir araya gelme anlamına gelmektedir. Alevi-Bektaşilikte Cem, Dedelerin ya da Babaların önderlik ettiği bütün bir geceyi dolduran dinsel bir törendir.
Gülbanglar, mersiyeler, deyişler, nefesler ve lokma dağıtımı bu törenin ana bölümlerini oluşturmaktadır. Belirli bir zamanı olmamakla birlikte genellikle Perşembe akşamları yapılan Cem törenleri, önceden haber verilenlerin katılımı ile başlar, cemde bir araya gelen insanlar halka halinde yüz yüze bakacak şekilde oturur. Bağlama eşliğinde zakir tarafından Hz.Muhammed, Hz.Ali, On İki İmam ve Kerbala’da şehit edilenler için mersiyeler, deyişler okunur, kadınlı-erkekli semahlar dönülür, oniki hizmet yerine getirilir, kurbanlar tığlanır ve lokmalar dağıtılır.
Cem, insan ilişkilerini kusursuzlaştırmayı ve olgunlaştırmayı amaçlamaktadır. Alevi- Bektaşilikte uygulanan belli başlı Cem Törenleri: Gençlere, yeni yetişenlere yolun kurallarını öğreten, cemde nasıl davranacaklarını anlatan“İrşat Cemi”,Suç işleyenlerin, düşkünlerin, toplumsal suçların değerlendirildiği “Koldan Kopma Cemi”,Ahlak sistemini, eşitlik ilkesini, paylaşımı ve sosyal adaleti oluşturmayı amaçlayan ve ham olanı kamil insan olmaya yönlendiren, aileleri kaynaştıran “Musahiplik Cemi”,helalleşme, gönül alma, yani kulun kula razılığını esas alan“Lokma ve Dardan İndirme Cemi”,Kurban kesip çevreye dağıtılan, dargınların barıştığı ve komşuların birbirine lokma dağıttığı “Abdal Musa Kurban Cemi” ile ayrıca Alevi-Bektaşilerce çok önem taşıyan “Görgü Cemi” dir. Görgü Cemine girebilmek için, musahipli olmak, evli olmak, adap ve ahlaka uygun olmak, düşkün olmamak, yani toplum içerisinde herhangi bir yüz kızartıcı suç işlememiş olmak Pir’e, Mürşide ve Dede’ye inançlı ve itikatlı olmak gerekmektedir.
Semah
Semah, Alevi-Bektaşi toplumunun ibadeti olan Cem’in belli bir aşamasında bağlama eşliğinde kadın ve erkek (Bacı ve kardeş) canların, çalınan ezgilere uygun yaptıkları bir ritüeldir. Semah dönmek, Cem törenleri (Ayn-i Cem) içinde yapılan 12 hizmetten birisidir.
Semah; bir noktanın çevresinde, hareketleri bir turnanın uçuşunu ve gezegenlerin güneş çevresinde dönüşünü yansıtan, Orta Asya çok tanrılı inançlarında Şaman’ın kuş olup, büyüyle uçuş yetisinin bir anlatımıdır.
Semah dönülürken köşede oturan Mürşit’e asla sırt dönülmez. Semahlarda, Mürşidi saz çalanlar temsil eder. Çünkü Mürşit, aydınlatıcı ve yol göstericidir.
Semahta esas figürleri el ve ayaklar oluşturur. El ve kollar, turna kuşunun uçuşunu sembolize eder. En çok görülen ve tekrarlanan figür ise, sağ el ayasının yukarı, sol el ayasının da aşağı dönük olmasıdır. Bu figürün anlamı: “Hak’tan alıp, halka vermek; topraktan hasıl olup, Hakk’a vasıl olmaktır.”
Semahlar, Ülkemizin kültürel zenginliğine bağlı olarak yöresel çeşitlilikler de göstermektedir. Belli başlı semahlar;
Eren, Evliya, Pir adına göre Semahlar: Hacı Bektaş Semahı, Hızır Semahı, Hubyar Semahı, Ali Nur Semahı, Muhammed-Ali Semahı, Cebrail Semahı, Zeynel Abidin Semahı, Çoban Baba Semahı, Sarı Kız Semahı.
Sevilen ve kutsal sayılan hayvan adına göre Semahlar: Kır At Semahı, Turnalar Semahı.
Yöre adına göre Semahlar: Alaçam Semahı, Çorlu Semahı, Erzincan Semahı, Fethiye Semahı, Ladik Semahı, Malatya Semahı, Tokat Semahı, Şiran Semahı.
Diğer Semahlar: Kırklar Semahı, Gönüller Semahı, Nevruz Semahı, Dem Geldi Semahı, Çark Semahı, Çapraz Semahı, Erkan Semahı, İllallah Semahı.
Aş Evi
Dergah döneminin işlevi açısından en önemli evlerinden biridir. Toplumsal dayanışmanın en önemli göstergesi ve somut bir ifadesi olan Aş Evi, kitabesinden anlaşıldığı üzere M. 1560 yılında Silistre Valisi Malkoç Bali Bey hayrına yakınları tarafından vakfedilmiştir.
Bu bölümde; Aş Evi Babası’nın sandukası ve Aş Evi Baba Odası, Kiler Odası, Et Soğutma Bölümü, Bulaşık Yıkama Yeri bulunmaktadır. Aş Evi Bölümünde, ocaklar ve Yeniçerilerce de kutsal kabul edilmiş olan “Karakazan”, Halife Kazanları ile mutfakta kullanılan eşyalar sergilenmektedir.
Aş Evi’nin yer aldığı revakların üst kısmında; Aş Evi Babası, dervişleri ve misafirlerinin ikamet ettiği ve aynı zamanda yönetim binası olarak da kullanılmış olan Aş Evi Köşkü ile yine aynı revakların altında ve Aslanlı Çeşme’nin hemen solunda Dergahın ekmeklerinin yapıldığı Ekmek Evi Bölümü bulunmakta idi.
Balım Sultan Türbesi Ve Bölümü
M.1462-1516 yılları arasında yaşamış olan Balım (Hızır) Sultan, Batı Trakya’daki Dimetoka(Yunanistan) Seyyid Ali Sultan Dergâhı’nda yetişmiş ve daha sonra Hacı Bektaş Veli Dergâhı’na gelerek burada Dedebaba olmuştur.
Bektaşiliğe yaptığı hizmetlerden dolayı Alevi -Bektaşi Toplumu tarafından “Pir-i Sani” yani II. Pir olarak kabul edilen Balım Sultan, “evlenmeme kuralı”nı getirerek “Mücerret Dervişlik” örgütünü kurmuş, Tarikatın ilkelerini, kurallarını, dergâhın yönetimini yeni koşullara bağlayarak, törenleri, belli kurallara göre düzenlemiştir.
Balım Sultan,1516 yılında Hacıbektaş’ta Hakka yürümüştür. Türbesi, 1519 yılında Yavuz Sultan Selim’in komutanlarından Dulkadiroğlu Beyi Şehsuvar Ali Bey tarafından Selçuklu mimarisi tarzında inşa ettirilmiştir. İçten kubbe, dıştan ise piramidal külah ile örtülü olan türbenin tepe noktasında bir alem bulunmaktadır.
Türbe içinde, Balım Sultan Türbesi’nin orijinal kapısı, Balım Şamdanı ve Balım Sultan’a ait olduğu düşünülen eserler ile hüsn-i hat levhalar sergilenmektedir. Balım Sultan sandukasının kuzey kısmındaki niş içinde ise, Balım Sultan’ın kardeşi Şah Kalender’in sandukası bulunmaktadır.
Türbenin önünde Alevi-Bektaşilerce kutsal olduğuna inanılan ve rivayetlere göre, Türkistan’dan Hoca Ahmet Yesevi’nin Anadolu’ya attığı yanmış köseğinin yeşererek günümüze kadar geldiği “Karadut Ağacı” ile üzerinde Osmanlıca yazıt bulunan bir sütun yer almaktadır.
Pir Evi Bölümü Hünkâr Hacı Bektaş-I Veli Ve Düşüncesi: Büyük Türk-İslam Düşünürü olan Hacı Bektaş Veli’nin, 1248 yılında Türkistan’ın Horasan şehrinde doğduğu ve 1337 yılında eski adı Sulucakarahöyük olan bugünkü Hacıbektaş’ta Hakka yürüdüğü kabul edilmektedir.
Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevi Ocağı’nda yetişmiş olan Hacı Bektaş Veli, Yesevi okulunda; felsefe, sosyal bilimler ve fen bilimleri alanında eğitim görmüş daha sonra İran, Irak, Arabistan ve Suriye üzerinden Anadolu’ya gelerek Hacıbektaş’a yerleşmiştir.
Hacı Bektaş Veli’nin Sulucakarahöyük’e geldiği tarihlerde Anadolu, bir yandan Moğol istilaları altında ezilirken bir yandan da büyük bir siyasi ve ekonomik buhran ile beraber taht kavgalarına sahne olmakta idi.
Böyle bir ortamda Sulucakarahöyük’e yerleşen Hacı Bektaş Veli, öz Türkçeyi kullanarak, kendisinin geliştirmiş olduğu Evren- Tanrı -İnsan Sevgisine dayanan inanç sisteminde, “hoşgörü”yü, “insan sevgisi”ni ve“toplumsal eşitliği” temel alan felsefesini yaymış ve dervişler yetiştirmeye başlamıştır.
Hacı Bektaş Veli’nin hoşgörü ve insan sevgisine dayalı düşünce sistemi kısa bir sürede, Hıristiyanlığın büyük bir merkezi durumundaki Kapadokya’da geniş halk yığınlarına ulaşmış ve benimsenmiş; Anadolu geneline yayıldığı gibi Balkanların İslamlaşmasında da temel rolü oynamıştır.
Hacı Bektaş-ı Veli’ye atfedilen eserler arasında başta “Makalat” olmakla birlikte “Fevâidnâme”, “Fâtiha Sûresi Tefsiri”, “Şathiye”, “Besmele Şerh-i” ve “Üss-Ül-Hakika” adlı eserler bulunmaktadır.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin, söylencelere dayalı yaşamı ise, “Vilâyet-nâme-i Hacı Bektaş-ı Veli”adlı eserde anlatılmaktadır.
Hacı Bektaş Veli düşüncesine göre; İnsan bir sevgi varlığıdır. Başarının ilk aşaması insanın kendisini tanıması ve sevmesidir; çünkü insan kendisinde tanrısal bir öz taşır ve kendini seven insan, tanrıyı da sevmiş olur.
İnsan, yaşadığı ortamda bağımsız bir varlık olmalıdır. İnsanın görevi; alçak gönüllü davranmak, özünü arındırmak, olgunlaşmak, gösterişten uzak durmak ve içini tanrı sevgisiyle doldurmaktır.
İnsanları kadın-erkek diye ayırmak, ya da sosyal konumlarına veya ırklarına bakarak küçük görmek yapılabilecek en büyük yanlıştır. Kadın-erkek tüm insanlar eşittir.
Hacı Bektaş Veli’nin hoşgörü, barış, insan sevgisi, eşitlik ve adalet ilkeleri üzerine kurulu düşünce sistemi, günümüzde bile halen tüm insanlığa ışık tutmaktadır. Onun felsefi düşüncesinin temelinde insanın varoluşu ve insan sevgisi vardır. Aradan geçen bunca zamana karşın düşünceleri hala geçerliliğini korumakta ve insanlığın yolunu aydınlatmaya devam etmekte.
Pir Evi, M.13. ve 16.yüzyıllar arasında peyderpey olarak tesis edilmiş olan ve aynı zamanda Hacı Bektaş Veli Hazretleri’nin Türbesi’nin de bulunduğu Pir Evi; Giriş, Çilehane, Orta Medhal, Mescit, Kırklar Meydanı, Hazire ve Güvenç Abdal Türbesi bölümlerinden oluşmaktadır.
Bölümün ana girişindeki revak kısmının üstünde değişik motiflerin olduğu bir bölüm yer almaktadır.Bunlardan soldaki motif,gök kubbeyi süsleyen ve bütün canlılara hayat kaynağı olan “güneş” tir ve tarikat dilinde Hz. Muhammed’i temsil etmektedir.Sağdaki motif, “ay” motifidir ve Hz. Ali’yi temsil etmektedir. İkisinin ortasındaki motif ise, “gül” motifidir ve sevgiyi ifade etmektedir. Bu üç motifin altındaki on iki köşeli motif ise, Bektaşiliğin simgesi olarak da kabul edilen ve On iki İmamları temsil eden “teslim taşı” motifidir.
Pir Evi Bölümünün sağında ve solunda altışar tane olmak üzere toplam Oniki tane Dedebaba mezarı bulunmaktadır. Ak Kapı denilen ve üst kısmında “Çift Başlı Kartal” motifi bulunan süslemeli kapı eşiğinde, Mimar Yanko Medyan’ın (Daha sonra Bektaşiliği benimseyerek Cafer-i Sadık adını almıştır.) mezarı bulunmaktadır.
Bektaşiliğe ait eserlerin sergilendiği Orta Medhalin sağında, dervişlerin manevi duygularla yoğunlaştıkları ve olgunlaştıkları “Çilehane” ya da “Kızılca Halvet” denilen küçük bir oda bulunmaktadır.
Orta medhalin ilerisinde, üstünde kitabesi de olan “Kırklar Kapısı”ndan, duvarları kalem işi motiflerle kaplı ve ahşap süslemeli tavanı olan “Kırklar Meydanı”na geçilmektedir. Bu bölümün doğusunda Resul Bali Hazretleri ve Horasan Erenleri’ne, batısında ise Çelebi Ailesi’ne ait mezarlar ile sekinin solunda Şems-i Tebrizi Hazretleri’ne atfedilen sanduka ve Güvenç Abdal ile ailesine ait sandukaların bulunduğu türbe kısmı bulunmaktadır.
Kırklar Meydanı bölümünde; meşhur Kırkbudak Şamdanı, Hz. Ali’nin yazdığına inanılan ve tabaklanmış ceylan derisi üzerine yazılı Secde Suresi’nden ayetlerin yer aldığı Kuran-ı Kerim yaprağı, Sancaklar, Hat levhalar, derviş ve babalara ait semboller( kamberiyeler, teslim taşları), madeni eşyalar ile Hacı Bektaş Veli Hazretleri’nin sandukasının yer aldığı bölümün orijinal gümüş kapısı sergilenmektedir.
Kırklar Meydanında yer alan “Gök Eşik” denilen kapıdan, “Huzur’u Pir”e yani Hacıbektaş Veli Hazretleri’nin Türbesi’ne girilir. Türbe, Selçuklu Mimarisi tarzında; kare planlı ve yüksek kubbeli, kasnaktan kubbeye geçişin, mimaride “Türk Üçgeni” denilen geçiş elemanlarınca sağlandığı, içten kubbe, dıştan ise kurşun kaplı piramidal çatı ile örtülü olarak inşa edilmiştir. Duvarları ve kubbesi kalem işi motifler ve hüsn-i hatlarla süslü olan bu bölümde, Hacıbektaş Veli Hazretleri’nin sandukası yer almaktadır.
Çilehane(Kızılca Halvet): Çilehane, Hacı Bektaş Veli zamanından kalan bir yerdir ve Külliye’nin çekirdek kısmını oluşturmaktadır. 2×3 m ebadında basık tonoz örtülü küçük pencereli bir odadır. Çilehane, Hacıbektaş Veli’nin kırk gün kırk gece kaldığı yer olarak da bilinmektedir. Kapı girişinin tam karşısında kandil ya da şamdan koymaya mahsus bir niş bulunmaktadır. Çilehanede ibadet araçları dışında hiçbir şey bulunmaz, yemek ve su dışarıdan verilirdi. Çile dervişlerin manevi yetkinliğe ulaşabilmek için kendilerini dünyevi şeylerden yoksun bıraktıkları, “içe kapanış” dönemidir. Ham durumdan “kâmil insan” durumuna gelebilmek için bir eğitim sürecine giren insanın, dünyasal isteklere karşı dayanıklılığını artırabilmek (nefsi köreltmek, nefsi terbiye etmek) için geçici olarak başvurulan eğitim yöntemidir. Çile, yüksek düzeyde bir ruhsal ve ahlaksal duruluğa ulaşmayı, en zor koşullar altında bile Tanrı bilincini ve sevgisini koruma ve geliştirme kararlığını da simgelemektedir. Kırk günlük süreyi kapsayan çile, tekkelerin Çile Evi/Çilehane(Kızılca Halvet) denilen bölümünde geçirilmekte idi.
Güvenç Abdal Türbesi : Güvenç Abdal, Hacı Bektaş Veli zamanında yaşamış bir halk ozanı, şairdir. Rivayetlere göre, Hacı Bektaş Veli, kendisine çok güvendiği için “Güvencim” diye hitap ettiğinden ismi Güvenç olarak kalmıştır; asıl ismi ise, Genç Abdal’dır. Güvenç Abdal’ın Genç Abdal mahlasıyla yazmış olduğu nefesleri ve deyişleri bulunmaktadır.
Güvenç Abdal, Cem Törenlerinde Bektaşi nefesleri, deyişleri okuyup, sazıyla eşlik eden bir derviştir. Güvenç Abdal Türbesi içinde; Güvenç Abdal, eşi Dünya Güzeli ve kendilerine hizmet eden bir kadına ait üç mezar bitişik düzende yan yana yer almakta.